19 Ekim 2012 Cuma

Rıfkı'ya yazmak...



Sana yazmayı bıraktığımdan beri Rıfkı, seslenecek kimsemin olmaması beni çok üzüyor. Anlatacak uzun hikayelerimin olmaması da. Kimselerim var tabi, yok diyemem.  Kimseleri kimsesizlikten daha çok sevdim hep, biliyorsun. Mesela evvelden bir sevgilim vardı, onu senden daha çok sevdiğimi iddia edebilirim; seslenebileceğim kimselerimden biri   o olabilirdi. Gerçi “Kimse/sizlikler” diye dandik ötesi bir kelime oyunuyla yazdığı şiirini yine son derece dandik bir dergide yayınlatmıştı. Benim ortaokulda yazacağım cinsten arabesk şeylerdi yazdıkları. Bunlar yetmezmiş gibi “Şiirden anlıyorum!” diye gezerek çok pis akademik kariyer yapıyordu. Bu ve buna benzer nedenlerden ona seslenmek istemiyorum Rıfkı. Hem Rıfkı demeyi seviyorum, seslenmek için başka güzel nedenlere ihtiyacım yok, hatalı teşbihimsin Rıfkı!
 
Ben tahmin edeceğin gibi çalışıyorum işte Rıfkı. Hem bir işte, hem işte yani. Gün içinde çaylar, kahveler, sigaralar içiyorum , damarlarımdan oluk oluk  nikotin kafein ve tein akıtırcasına,  senin hiç yapmadığın üzre. Sonra hep aynı şeyleri anlatıyorum işte: Sözcükte, cümlede, paragrafta anlam gibi şeyleri. Anlamsızlığa düşüyorum işte sonra. Ne oldu da, hayata yüklediğimiz anlam bu kadar dandik hale geldi diyorum. Beyazlarla renklileri ayırıyorum, sinema tiyatro biletlerinin üzerindeki özenle seçtiğim koltuk numaramı seviyorum, bire birbuçuk pilav pişiyorum. Uykusuz kalıyorum. Ardımda ve ardımdan kalanları art arda sıralasam elimde neler kalacağını düşünüyorum. Bunca kalan arasında ,evde kalmayıp evlenmeyi bile düşünüyorum Rıfkı. Saçmalama Rıfkı, tabiki seninle değil.  Sevgi kavramını sen gibi iğdiş etmeyen biriyle. Sevmek bir kabiliyet meselesi ya , o kabiliyete doğuştan sahip biriyle. Senin o konudaki kabiliyetin geliştirelebilir cinsten bile değil Rıfkı, şaapsalar olmaz. Küfretmedim bak, ne de olsa  senden sonra pek ihtiyacım kalmadı öyle şeylere Rıfkıcığım, söyletme rica ederim!

Elektronik pişmanlık mektubunu aldığımdan beri,(ki TDK e maili zamanında elektronik mektup olarak adlandırıp, “elmek” kısaltmasını email’e alternatif olarak önermişti. Sana ansiklopedik bilgi veriyorum arada , Ahmet Mithat efendi gibi insanım, kıymetimi bil Rıfkı,) hayatımda hiçbir b.k değişmedi inan. Sadece bıyık altından gülüp, “Biliyordum...” dedim . “Üzüldüm sana!” desem yalan olur. Seçim meselesi bu işler Rıfkıcığım. Kimileri yalımyalımyananyalınbiryalnızlığı yaşamak istiyorlar, senin gibi. Kimileri de, kelimelerin arasındaki boşlukları bile yalnız bırakmadan yaşamayı tercih ediyorlar, benim gibi.


BenaslındaburadayımRıfkı, kimsem olmasan da olur...

6 yorum:

  1. eeahhh...

    bayeaayae iyi.

    daha sık yaz.

    ha bir de: boşlukta hata olmaz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Metus ya ben seni aricaktım di mi...aricam ama. Yazıcam da bırakmıyorlar ki:/

      Sil
  2. Rıfkı dilerim Hande'yi kırdığın yerden seni de kırarlar da pişman olan yerlerin yanlış kaynar inşallah! Oh rahatladım. Ha bu arada Hande aynı fikirdeyim daha sık yazmalısın.:)

    YanıtlaSil
  3. biliyoruz, rıfkı sevilesi değil. ama size yazdırdıklarını seviyorum. "rıfkı hakkında konuşmalıyız," dediğimde söylemek istediklerim de bu gibi şeylerdi. bazan "bu blog baştan ayağa "rıfkı'ya mektuplar" olsa ne güzel olurdu," dediğim de oldu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :) şimdi düşündüm de, neden olmasın. seslenecek birini arıyorum zaten, tek amacım o. :)

      Sil
    2. o zamanlar yirmi bir yaşındaydım. öykücüyle her konuda konuşuyor bir yandan da şaşırıyorum; nasıl oluyor da bu saçma sapan şeylere katlanıyor, çok kıymetli olduğunu düşündüğüm vaktini bana ayırıyor. (günün birinde bu şaşkınlığımı dile getirdiğimde bana ilk defa kızdı: bunu demekle iki defa haksızlık ediyorsun. birincisi kendi kıymetini görmemekle, ikincisi de beni boşa zaman harcayacak kadar aptal saymakla.)

      bir gün, bu coğrafyada on beş-yirmi beş yaş arası her bireyin şair olduğuna geldi konuşma. vasat duygulanım anlarının sonucu alt alta irili ufaklı kelime öbekleri diziyorlardı.

      mesele sadece şiir olmadığı için onu da şahit tutarak, "yirmi beş yaşıma kadar tek kelime yazmıyorum. eğer bende yazarlık yeteneği varsa o zaman yazarım," diyerek yazmamayı seçtim. yirmi beş yaşıma geldiğimde. o on üç ağustos sabahı, yine erkenden kalkıp ilk iş olarak küçük prens'i okudum. ve önüme her şey defteri-iki'yi çektim. bir şey karalamak istedim ama başaramadım. böylece benden yazar falan olmayacağını, eğer başarabilirsem okur olmam gerektiğini anladım. bütün kitapları okumalı, her yazarın özlemle beklediği "o okur" olmalıydım.

      (şimdi ki aklım olsa, yirmi beşinci günümün ilk gününde, yirmi bir yaşındayken yimi beş yaşına kadar yazmaya tövbe eden ve o yaşın ilk günü geldiğinde defterini önüne çekince bir şey yazamayan "şapşal" bir adamın hikayesini yazardım.)

      neyse. çünkü konumuz bu değil.

      o ara bir şeyler yazdım elbette. mektuplar yazdım. çoğu koparılmadan defter sayfalarında kalan mektuplar. iki defter oldular. birincisinin adı, günahkar çocuğun özlem mektupları (biliyorum arabesk, demek ki o günlerde de arabesk bir yanım varmış) ikincisi de sensizlikten sana mektuplar...

      anlattım çünkü, mektuplardan kurulu bir blog fikri bana sıcak geliyor. hem anlatacak bir hikayeniz olur hem de benim yaptığımı yapar hikayesini anlatırsınız.

      Sil