Hangi masal
işledi bu kadar kanımıza bilmiyorum. Kimin bize dandik bir gelinliği bu kadar
muhteşem, bu kadar harika, tılsımlı bir giysi olarak anlattığını da… Küçükken
gittiğimiz düğünlerde elimize tutuşturulan gelin telleri mi, her evin salonunu
süsleyip dönemin modası gelinliklerle son derece şebelek görünen evli barklı
insan fotoğrafları mı, perdeden gelinlik yapmayı marifet bilen çocukluğumuz mu?
Bilmiyorum. Tek bildiğim o giysiyi
giymeyi her daim çok istediğimdi. Üstelik öyle bir gelinlik giyecektim ki,
prensesler gibi olacaktım! “Sadeliğin ihtişamı” nı cümle aleme gösterecek, “az
her zaman iyidir” diyen Coco Chanel ablama bir selam çakacaktım.
Bu yolda
emin adımlarla ilerlerken babası gelinlikçi olan bir öğrencim ısrar etti de
etti. Ve söz konusu gelinlikse, benim için gerisi teferruattı. Edebiyat dergilerinden
, gelinlik dergilerine terfi etmiştim hem. Sahafım Doğan Abi, bir sürü gelinlik dergisi bile hediye etmişti. Bak
Hande Bak. Bat dünya bat. Bir leitmotif olarak gelinlik, hayatımın
merkezindeydi.
Nişanlım olan
zat-ı muhteremle gittik gelinlikçiye. “Yanii” dedim, “sade bir şeyler..” dedim.
Son derece yeni gelindim o sırada. “Öhööö, ben bu modellerin hepsine baktım.
Bana prenses etekle gel abla!” diyemedim haliyle. “Ben seni anladım.” diyen
dünya tontinisi Sema abla, bana şak diye bir model gösterdi. “Hah” dedi, “bu” dedi. Şöylee bir baktım. Ehh dedim
içimden. Üzerime nasıl giyeceğim konusunda en ufak bir fikrim olmayan bu dev
kıyafeti giymeme yardımcı oldu. Ve o gelinlik cuk oturdu! Aynada kendimi aşırı
beğendiğim nadir anlardan birini yaşıyordum. “Güzel oldu eehe..” dedim çıkınca
yeni gelin modumdan ödün vermeyerek. Herkesin de onayını aldım.
Sonra birkaç
gelinlik daha denedim ama ilk giydiğimin bomba etkisini yaratmadı. Almaya karar
verdik gelinliği. Prova için gündür saattir ayarladık. Zira gelinliği
giydiğimde 58 leri gösteren kantar, 55 kiloyu göstermeliydi, ay parçası gibi
yanaktan ibaret bir gelin olmak istemiyordum!
Anneme
gösterdim gelinlikli fotoğraflarımı. “Prenses benim kızım” dedi. Gözleri dolar
gibi oldu ; ama kendisi benden katbekat daha yiğit olduğu için o da bok
sürmedi. Sonra oturup uzun uzun kına gecesini nerede yapacağımızdan konuştuk.
Şalvar mı? Giyerim. Kına mı? Yakarım. Bu yolda her şey mübahtı nezdimde.
Sonra
ayrıldık işte. Bir ayrılığın en kötü yanı onu durmadan hatırlatacak şeylerdir.
Ve dostlarım, şairin dediği gibi, unutmak değil ama hatırlamamak mümkündür.
Evde izdivaç programları izlerken çalan bir telefon bazen çok fazlasıdır.
-Handecim
canım benim, ben gelinlikçi Sema teyzen,
akşam yedide provan, unutmadın di mi?
-Ya şey,
unutmadım tabi de…
-...?
-Biz ayrıldık,
kusura bakmayın, yani ben de size haber veremedim, şey oldu, işte…
Sonrası
çatallanan ses, burun direğinde sızlama ve hıçkırıklar…
-Ağlama be
güzelim, ağlama kızım. Bak her şey nasip kısmet. Olacaksa olur zaten. Hayır vardır
her işte.
-Öyle de,
tekrar kusura bakmayın.
-Bak beni de
ağlatacaksın şimdi, ne oldu anlat bakayım.
Kısa bir
özet geçtim. Sonra Sema teyze de ağlamaya başladı. İkimiz bir dakika kadar karşılıklı
ağlaştık. O an dünyanın bütün gelinlik diken terzileri bizim için saygı
duruşundaydı. Bütün gelinler siyaha bürünmüştü. Coco Chanel de Kemeraltı’da bir gelinlikçi
dükkanına konuk olabilirdi . Her şeyin mümkün olduğu anlardan birini
yaşıyorduk.
Ayrıldıktan
sonra ilk sildiğim fotoğraf o gelinlikli fotoğrafımdı. Gelinliğin matah bir
giysi olmadığını anlamam kısa bir zamanımı aldı. Masalların toplumsal cinsiyet
ürünü olduğunu anlamam ise 26 yılımı. Prensesler mutlu sona kavuştuktan sonraki
yaşamlarını anlatsalardı çok daha gerçekçi insanlar olacaktık. Her daim
kurtarıcı bir prens beklemek yerine, “Çıkıyorum ben bu saraydan, yedi tane
boklu cücenin evini temizleyeceğime kendi evimi temizlerim!” deseler , daha
gerçekçi. Cam tabutun, cam ayakkabının aslında bekaret sembolü olduğunu , onun
da bir halt olmadığını fısıldasalar, daha insan. Ve bütün masallardaki prensesler
şatolara, saraylara, kulelere hapsolmak yerine üvey ve kötü olmayı isteyip
süpürgelerine binerek etrafın tozunu attırsalar daha özgüvenli.
Kına gecem
de epey bir süre olmayacak gibi görünüyor. Kına yakmak başka bir ritüeldir.
Kına , kan akıtılacak olan canlıya yakılır. Askere yakılır, çünkü şehit
olacaktır. Kuzuya yakılır, çünkü kurban gidecektir. Gelinlik kıza yakılır, çünkü
kanı akacaktır.
Ben ise akan kanlar için değil de gözyaşlarım
için başka şeyler düşünüyorum. O kadar ritüelimiz , ananemiz var, lütfen benim
için de olsun. Üstelik bu sabah iyice belirginleşen leğen kemiklerimi ve tartıda
54 kg’ı gördüm. Gelinlik giymek için fazlasıyla idealdi, şu an benim için ise
fazlasıyla anlamsız …
Rıfkı'ya evleneceğini söylediğin yazını okuduğumda mutlu olmuştum, açıkçası biraz da kıskanmıştım hani. 'Ben niye hâlâ birini bulamadım' diye üzülmüştüm. Her zamanki 'herkes evlendi, bi ben kaldım' korkuları filan işte... Seninle bir kere daha hatırladım: Mesele 'biri'ni bulmak değil aslında. Yazılarını okurken gözlerim doldu benim de. Yaran için merhemim yok ama dünyanın tüm ilaçlarına bin basacak bir duam var: "Allah ellerini bırakmasın"
YanıtlaSilMuhabbetle...
ya ne güzel insansın patika... ne de güzel duadır öyle o. mesele başka şeyler hep, mesela bambaşka şeyler...öperim hislerinden.
SilHarika betimlemişsin olanları, bunları yazman bile ne kadar güçlü olduğunun göstergesi aslında, severek takip ediyorum :)
YanıtlaSileksik olma tahircaan.))
Silgüzel yazı yazıyosun
YanıtlaSileyvallah mavili pembelii...
SilKınayla ilgili böyle bir rabıta olduğunu bilmiyordum (sünnette yakılan kınayı da bu tanıma uyuyor), yazın duygusal olduğu kadar da ufuk açıcı olmuş hande.
YanıtlaSilçekmeden yazılmıyor, ne tuhaf!
nasreddin hoca gibiyim metus...duygusalken ufuk açıcı, ufuk açıcıyken duygusal...eksik olmayasın:)
Sil15 gün...evet güzel arkadaşım geçen aralık ayının 30 da evlendim,16.gün kapının önünde buldum kendimi...böylesi de var,keşke hiçbiri yaşanmadan ayrılsaydım diyorum.ama bazen bazı şeyleri görmen lazım ,yaşaman lazım ,onların seni ulaştıracağı yere varabilmen için.şu an dava sürüyor ne kadar gidecek belli değil...kimlikte evli ama fiilen bekarım,anlamıyorum evlenmek bir an,ayrılmak da öyle ama dava aylar yıllar sürüyor:D acaip birşey.sana da geçmiş olsun.bazı şeyleri hiiç görmeden ayrılmak en iyii,her ayrılık zor hepsi acılı ama eminim ki unutulmayan kimse yok;)
YanıtlaSilnasıl toparladın be nalanım...? iyi misin şimdi?
Silönce rüyalarımı kontrol altına aldım.düşün her sabah aynı şey,onun evindesin seni istemiyor ama neden ordasın bilmiyorsun:/
YanıtlaSil3. rüyada engel oldum.sonra aklıma bana yaptıkları her geldiğinde o görüntüyü kafamda önce sinema karesi gibi dondurdum,sonra puzzle gibi parçalara ayırıp kuvvetli bi rüzgarla dağıttım,arka planda mavi bi gök yüzü kalacak şekilde.yani önce maneviyat diyeyim arkadaşım,dualarımı ihmal etmiyorum,delirmeme engel oldular çok şükür:D bunun dışında çok acı bi ilaç amaa en etkilisi,zaman,zaman,zaman...yeni insanlarla tanışmak,yeni uğraşlar ve çevre edinmek,taşınmak falan da iyi geliyor,ama işte benim için kötü olan severek ayrıldım tüm o hakaretlere ve eziyetlere rağmen hala nefret etmediğime göre gerçek sevgiymiş üstelik,ve bu bi insanın karşısına kaç kere çıkar diye düşününce aslında en büyük kaybı onun verdiğini anlıyorum,bu da rahatlatıcı bir faktör.