Oysa o sıralar içimde tepişip duran fil sürüsünü susturmakla meşguldüm. Yanlış anlaşılmasın, filleri çok severim halbuki. Hayvan sevgisinin zerresi damarlarına işlememiş; yavru kedi, tavşan, köpek hatta insan görünce yüzünde zerre ifade değişikliği olmayan kendiceğizim, bu gri buruşuk kocaman yaratıklara karşı sonsuz bir sevgi besler. Babamla ilkokula başlayana kadar yaptığımız hayvanat bahçesi ziyaretlerinde, ilk durağımız İzmir Fuarı’nın “Pak Bahadır”ı olurdu. Bahadır’ın kulaklarını, hortumunu, göz altı torbalarını, gri beton zeminin üstündeki koyu gri uyumunu uzun uzun incelerdim. Ardından, babam onu bu gri betonlar arasına koyan zihniyete bir güzel söverdi. Ben de sinsi sinsi onu hayvanat bahçesinden kaçırma planları yapardım. “Lozan Kapısından geçer mi Bahadır baba?” , “Montrö’den daha kolay olur.” “Maymunlara gitmesek, biraz daha burda dursak baba?” “Maymun oldum kızım, ne demek!” Sonra işte filden bir oyuncağım vardı (oyuncak bir fil değil, sevgili okur!) Ona annemle “Bahadır” adını koymuştuk. Zaman geçti, ben büyüdüm, hayvanat bahçesine gitmez olduk. Annemin zorlamaları sayesinde yaptığımız, adeta kabristan ziyaretlerini andıran, Bahadır’ın bulunduğu tel örgülü bölüm karşısında saatler geçirerek sonlandırdığımız hayvanat bahçesi gezmeleri sona erdi. Babamla o zamanlardan sonra doğru düzgün zaman geçirdiğimiz söylenemez. Hayvanlar alemindeki rolünü kendisi başarı ile üstlendi. Üniversitede iken, Bahadır’ın ölüm haberini aldığımda aradım. Telefonda ağlayacağını sanmıştım, oralı bile olmadı. Ben filleri sevmeye devam ettim ama: Küçük Prens’in “fil yutmuş boa yılanı”nı, “Filler ve Çimen’i” , “fil mezarlıklarını”, hatta “Elephant Gun” şarkısını...
Konumuz bu değil sevgili okur, çok rica ederim. Hayatımda hayvan rolünü üstlenmiş, ve içimdeki fillerin yeniden doğmasını sağlayan insanlar hiç değil. Fillerin ayak bastığı topraklarımı yerle bir etmeleri, ormanlık “içyüzümü” bozkıra çevirmeleri, bütün yeşerttiklerimin içine etmeleri, her yanı bozbulanık renklere bürümeleri filan değil. Yani, ben içimde rengarenk yağmur ormanları büyütmek için debelenirken, bana inatla sonsuz düzlükler, yeknesak renkler sunmalarından bahsetmeyeceğim. İçimde oluşturdukları fil mezarlıklarından , kafaları kadar kocaman hafızalarından, ve öleceklerini anladıklarında sessiz sessiz mezarlarına doğru yürüdüklerinden filan da... Hiç bahsetmeyeceğim.
Filleri severim. Kadın yazarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder