15 Ocak 2015 Perşembe

tefe'ül

Rıfkı, merhaba.

Gördüğün gibi son derece sakin bir girizgah yapıyorum. Yaralı hayvanlar gibi ortalıkta dolanmaktan bıktım çünkü. İnsan yaralanabilir bir varlık çünkü Rıfkı, üstelik defalarca defalarca yaralanmasına rağmen ölmeyen bir varlık… Bedenlerimiz en ufak bir marazda ölüp gidiverirken ruhlarımızın bu kadar dirayetli olmasına şaşırıyorum.  Bu kadar büyük marazdan sonra şimdiye kadar üç beş defa ölmüş olmam gerekirdi.

Ölmedim ama Rıfkı. Bugün , gazı açık bırakarak intihar etmiş eski bir dostun haberini aldım da yine ölmedim. Yaşadıklarımı sana anlatsam, “Şöyle oldu, böyle oldu, o bunu dedi, ben de bunu dedim.” kabilinden gevelesem bir şeyleri yine anlamsız kalacak. Benim romancım , Safiye Erol bu durumu şöyle ifade ediyor “Ne mümkündü yaşanmış maceranın benzer bir tasvirini sözle çizmek!” Dil dediğimiz şey tasvir klişelerine takılmış, hakikati bir türlü anlatamayan hayat parçalarından ibaret zaten Rıfkı.  Sayfalar, sözcükler , o cilt cilt dibine düştüğümüz şeyler ne kadar anlamsız…

Bugünlerde ölmedim ama bugün bir mezarlığın önünden geçerken, içeriye girip, ömürlere baktım. İnsan ömrünün mezar taşına yazılmış doğum tarihi ölüm tarihi ve bir kısa çizgiden ibaret olmasına şaşırdım.  Matematik yaptım biraz onca ölü arasında. 1940-1992'yi de gördüm, 1903-1995’i de.  Aritmetik ortalamasına baktığımda bütün hayatların altmış beş yaş gibi bir sonuca ulaştım. Hiçbir bilimsel değeri yoktu o an, hiçbir şeyin değeri olmadığı gibi… Sonra işte bütün ölüler bana baktı. 30’uma yaklaşmıştım. Geriye kalan tahmini 35 seneyi yaşayacak gücüm olmadığını düşündüm .Katlanabilirlik seviyem her yaşımda düşüyordu. Bunca yaş mevzusu varken, birkaç damla yaş aktı .  Burada  yaptığım cinasın hakikatte hiçbir anlamı yoktu.  Mecazlar dünyası insanın yaşadığı hakikati aktaramayacak bir mezardı.

Mezarlıktan çıktım. Kulaklıktan şunu duyuyordum.




Haghighat na majaz ast, dare meykadeh baaz ast ke in ghesse deraz ast


(Hakikat mecaz değildir, meyhanenin kapısı açık ki bu hikâye uzundur)