Küçük Prens’te en çok
tilkinin anlatıldığı kısmı severim. Yani “kendi cümlelerimle” ifade
edilemeyecek kadar derin ve anlamlı ve hüzüncül ve kederli ve fena bir bölümdür
benim için. Tilki, Küçük Prens’ten kendini evcilleştirmesini , her gün aynı
saatte gelmesini böylelikle daha onu beklerken bir saat evvelinden mutlu olmaya
başlayacağını; eğer saatinde gelmezse endişelenip kederleneceğini , böylelikle
de “mutluluğun bedelini öğreneceğini” söyler.
Sonra tilki evcilleşir. Fakat Küçük Prens gitmeye karar
verir. Ağlayacağını söyler tilki. Küçük prens üzülür. Ona zarar vermek
istememiştir çünkü. “Evcilleşmenin sana bir yararı olmadı” der küçük Prens.Ama
tilki için bir sorun yoktur. Çünkü buğday tarlalarını her gördüğünde artık Küçük Prens’i hatırlayacaktır.
“Evcilleştirdiğin şeylere karşı sorumlusun” der hikayenin
sonunda tilki. Küçük Prens gülünü anımsar. Ona karşı sorumluluklarını. Onu
değerli kılan “zamanı”. Onlarca gül arasında , kendi gülünü...
Ben de geçenlerde bir buğday tarlası gördüm. Hem de
internette Küçük Prens koleksiyonuma eklenecek kitap ararken. Kitabın başında sözü geçen, Hande , yani Kuşuluoğlu olan,
Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin soyuna tükürdüğüm sülalesine uygun gördüğü soyadlı
insan benim. Kitabın İzmirde bu sahafa ne zaman gittiği konusunda hiçbir fikrim
yok. Ne zaman bu kitabı böyle karaladığım konusunda da... Tek bildiğim, bu
ortadaki çocuk figürünü babaannem çizmiş, (çünkü onlar babaannemin çizgisi) ben
bir şeyler çizmeye çalışmışım yanına (çünkü o çizgiler üç yaş çizgisi) mahalle
mektebine başlayınca da annemin yazısını
taklit ederek, Hande Kuşuluoğlu
yazmışım, anne puntosuyla.

"Eski kitaplarını birilerine verdim" demişti babaannem. Bu
kitabı kim neden nereye satmış, hiç bilmiyorum. Satıcı “üzerinde çocuk
karalamaları var” demiş. Yanlış söylemiş tabi, şöyle dese daha iyi olacaktı. “Üzerinde
karalanmış bir çocukluk var.”