Bugün bir fotoğraf gördüm Rıfkı. Kırmızısı az bir fotoğraf. Bir fotoğrafa bu kadar üzüleceğimi düşünmemiştim uzun zaman sonra. Benim çektiklerime benzemiyor elbet. Ben anı fotoğrafları çekmem zaten, biliyorsun. Babaannem yazmıştı bir vakitler anı defterime...Anı değil, hatıra demişti tabi o. "Hatıralar birbirlerini sevenler için boş ve manasız bir şeydir." diyordu canımın sultanı babaannem.
Sana babaannemi anlatıp kafanı skmeyeceğim Rıfkı. Bugün bir fotoğraf gördüm. Üzülmemek için elimden geleni yaptım ama üzüldüm. Çünkü insan üzülüyor. Yıllara inat bir fotoğrafa bakıp yumruk yemişe dönebiliyor. Kadınların bu kadar öngörülü olabileceğine şaşırıyor, içinden "hasktir" deyip sonra gülmeye devam edebiliyor. Kolunda çok yakışıklı bir adamla gülerek yoluna devam edebiliyor. O yakışıklı adama da bir şey çaktırmamak için Oscarlık performans sergilebiliyor ama, ah bu amalar Rıfkı!
Hani benim çok sevdiğim biri vardı hayatımda...Hani evlenecektim. Hani "aşk varsa odur", "Ben onu yaşadım!" diyordum.Hani sen bana çemkiriyordun, "Onu unutamadın!" diye. Hani ilk zamanlar yazdıklarımı kıskanıyordun, bütün bunlar ona mı diye...Ah Rıfkı ah! Nereden nereye gelmişiz. Gördüğüm fotoğraf ona ait. Yanında ilişkimiz boyunca kıskançlık krizlerine girmeme yol açan, her davranışından kıllandığım bir sarışın...Dost meclisleri, rakı sofraları... O yüksek doz alkolle samimilik artışları. Sarhoş olmadan aşk yaşayamamaklar...Aşkı şişelere sığdırmaklar...Bildiğim şeyler işte Rıfkı. Onunla da öyle bir yerde tanışmıştık çünkü.Tek fark, ben masanın solundaydım. O sarışın sağında. Bir Fransız Devrimini içimde yaşatıyorum ben her daim Rıfkı, yine sol taraftayım...
Kızın tırnaklarındaki kırmızı ojelere takıldı gözüm Rıfkı. Onun kırmızı ojeden nefret ettiğini düşündüm. O sevmiyor diye yıllarca hiç mi hiç sürmediğimi... "Orospu kırmızı" nın halbuki bana ne kadar yakıştığını. Hayatımdaki bütün kırmızıları yok ettiğini... Kırmızı rengin yerine hayatıma soktuğu grileri, karaları, siliklikleri, soluklukları... Üzerimdeki kırmızılı pijamalara, şu an tırnaklarımda olan kırmızı ojelerime baktım uzun uzun. İçim cızzz etti Rıfkı. Nicedir duymadığım o sesi yine duydum. İçime yarım şişe kadar Jack döktüm sonra. Birkaç sigara yaktım. Tutuşacağımı sandım. Tam alev almaya başlamıştı ki içim, gözyaşları bu defa bir halta yaradı. İnce bir cızırtı çıkartarak cııız ettirdi her şeyi. Islak kültablasına sigarayı söndürünce çıkan sesten daha fazlası değildi içimdeki cızzın sesi.
Sonra kıtırtılı bir makas sesiyle o fotoğrafı oymak istedim Rıfkı.Sessizliği bir makasla kesmek istedim. Fotoğrafı kırmızıya boyamak istedim. Kendi kafamı koymak istedim oraya. Mutlu olacak mıydım, sanmıyorum. Yakıştıramadım kendimi aslında. Onca güzel şeylerden, güzel insanlardan, kahkahalardan, sonra ben o fotoğrafta olmak istemedim.
Ben bu yazıyı kırmızılar silinmesin diye yazdım...
Kalbim...
Kırmızı...
23 Şubat 2013 Cumartesi
10 Şubat 2013 Pazar
keklenmekler!
Evime geçince sıkıntılarımdan uzaklaşacağımı, bütün gün
tuğla gibi kitaplar okuyup, tuğla gibi şarkılar altında ezilip büzülüp kendimi
yok edeceğimi sanmıştım Rıfkı. Olmadı ama; hiç olmadı. Bilhassa kendimi poğacalar, börekler
ve pastalar üzerinden var ettim. Bol miktarda keklendim Rıfkı. Kısır yaptım güzelce ama
kısır kaldım pek çok konuda. Susam ve çörek otunu özenli bir şekilde serpiştirirken pişirdiğim kurabiyelere, hayatıma serpiştiremediğim şeyleri düşündüm. Tomurcuk kokulu
çaylar demlerken yeni fikirler filizlendirdim; bir süre daha demlenmesi gereken.
Gördüğün gibi bu mutfak hengamesi arasında edebi kişiliğimden asla ve kat’a
ödün vermeyerek şiirsel maceralarımla yoluma devam ettim.
Geçmedi ama Rıfkı sıkıntım geçmedi. Koltuklardan,
kanepelerden, duvara astığım ikea çerçevelerinden, 180 C ısıtılmış fırınlardan,
fiskos örtülerinden, banyoyu ciflemekten, akşam yorgunluklarından, akşam
yemekleri sonrası portakal ve elma kabuklarından, vileda kovalarından, cam
bezlerinden, kapı önü paspaslarından, apartman görevlisinin yanından, apartman
teyzesinin evinden geçtim de sıkıntım geçmedi. İçimden geçirdim de bir şeyleri
sıkıntım geçmedi. Yardan ve serden, akıllardan gönüllerden geçtim de sıkıntım
geçmedi. “Başka kollardan geçtim!”desem Rıfkı; kimse için bir cinayet sebebi
olmayacak. O yüzden bu mevzuları direkt geçmekte fayda var.
Sonra kendim ve sıkıntım salonun baş köşesinde oturup uzun
uzun susuştuk. Sessizliği yine ben bozdum. Senin “Kadınlar neden susmayı beceremez?” sorun
aklıma geldi o anda. Sıkıntımın ve senin en alâ orospu çocuğu olduğunuzu
düşündüm. O an ikinize birden bağır bağır bağırasım geldi: "Daha ne istiyorsunuz be! Mutluluk ödev değil. Ödev değil işte, Bruckner'in dediği gibi. Sokun o koca kafanıza. Facebook'a evlilik ya da tatil fotoğrafını koyan gerizekalı arkadaşlarınızı düşünün örneğin. Bu fotoğrafları ekleyip "mutluluk ödevini" günü gününe yapan arkadaşların motivasyonu, senin evde kaldığınla ya da senin o an boktan işyerinde daralıp boğulmanla beslenir. Senin mutsuzluğundan mutlu olurlar yani...!" Daha da uzun cümleler kurabilirdim Rıfkı. Yine susmayı beceremezdim, diğer kadınlar gibi. Kadınlar susmayı beceremez evet,çünkü ne vakit
susarlarsa bir orospu çocuğu gelip ağızlarına sıçar! Onlar da kelime kelime kusarlar nefretlerini, sıkıntılarını ,
dertlerini... Sözcük sözcük yok eder. Konuşturulmadıkları zamanda o kadınlar; bir suya,
biraz pirince, bir pişirim helvaya okurlar meramlarını. Ve tabi yine
konuşarak... Usul usul da olsa konuşarak...
Ben şimdi fırına bir kek koyup, ona biraz sıkıntı anlatayım Rıfkı.
Ne de olsa beni "sen" dinlemeyeceksin.
.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)