26 Ocak 2012 Perşembe

"Keder fena halde bulaşıcıdır."


Ece Gamze Atıcı-Nar


fotoğraf: Barbaros Cangürgel


model: moi

23 Ocak 2012 Pazartesi

yollar:.

Uzunluğu çok yolculuklara çıkmak lazım gelir. Her şeyi unutmak. Uzun bir playlist ve sallama çaylar eşliğinde hayatı uzunca sallamak. Dost ziyaretleri. Unutmak , unutmak, unutmak. Anısı kötü ne varsa hiç olmamış gibi yapmak. Güzel anıları anımsayıp, daha da güzel anılara gitmek. Ajandalara, kitap arkalarına, zihine sözcükler kazımak. Görüntülerle beraber....

Çok sıkıldım ben, darlandım. Hayata bir rot balans ayarı yapmak gerekiyorsa, en iyi uzun yolculuklarda verilir. Ben diyorum...

17 Ocak 2012 Salı

bir neden bekleyip neden beklediğini bilmeyenler

Başlama vuruşu ve o kulak tırmalayan düdük sesi eş zamanlı hallolunca kendinizi ceza sahasında buluverirsiniz. Bir yerde bulunmak bile cezadır bazen. Onu hatırlatır size saha.Hareketlerinize dikkat etmeniz beklenir. Dışarda herşey mümkündür. Sizse, hata yapmak lüksünden 9.15 uzaksınızdır. İyi bir boşluk, geniş bir görüş alanı bulduğunuz anda kendinizi göstereceksinizdir.
Hayat da bu düsturu edinir. Gerekli malzemeler zor bulunanlar arasından seçilmiştir halbuki. Oyunun içinde olmak için olgun olmak gerekmektedir çoğu zaman. Ama olgunluk sizi oyundan da soğutur. Tek bir kelime edip bütün herkesi ikna etmek gibi olanaksızlıklar peşinde geçirirsiniz gençliği.Sözcüklere söz geçirecek hale gelmeniz zaman alır, yaş alır, zaman alır. İhtiyarlıkta kullanılacak lugatınızı oluşturmaya başlamışsınızdır. "Buralar hep çamlıktı" veya "Allah devletimize zeval vermesin" başucunuzda kahverengi tonlarda dururlar. Kahverengidir yaşlılığın rengi zaten. Çocukken en son biten kahverengi boya kalemidir misal. Çünkü resimdeki ağaç gövdesidir onu kullanmak için aklına gelen yegane yer. Oysa yaş kemale erince mobilyalar kahverengidir, gözlükler, hiç olmadı içilen bol köpüklü kahveler. Zaman öğretir hesaba yatan bir parayla mutlu olmayı, emeklilik zamanı hesaplamayı...

Kadın değilsen biraz daha şanslısındır. Kadınlar yaşı, zamanı, olgunluğu daha zor taşırlar ceplerinde. Onların hata yapma lüksü yoktur ve hata yapanları kolay ayıklanır daha iyi bir toplum yaratmak için. 
Bir çini vazo gibi kırığı da kolay görünür ihtişamı da çünkü. Zaten "erkek oyunu"dur hayat. Ve oyunlara alınmaz bu kırılgan insanlar.

Onlardan biriyse, geçmiştir bu notu yazan kişinin yanından. Bir trafik ışığında beklerken, yaya geçidini kullanan öyle alalade bir insana bakacak kadar fırsatı olmuştur bakmaya yazarın. İşte o kadar basittir okumak. Anlamak. Çünkü kimse gizleyemez hasarını, kırığını veya sızısını bir başka hasarlı, kırık, sızım sızım sızlayan kişiden. Aynı kelimeleri edinmiş, aynı hüzünleri tatmış, aynı intizarı yıllarca beslemiş kişiler kalabalıkta, karanlıkta bile görürler birbirlerini. 

Adam olan, suçu kabul eder affedilir, kadın olan suçsuz olmasına rağmen affedilmeyen olur. Sızıyı azaltmak içinse kalabalıklaşır ikisi de. Sosyalleşince ikisi de yük verir her bir bireye taşıması için. "Ben böyle yalnız kaldım" adlı kitabın önsözüdür yazılan. Annelerden, babalardan masallar dinleyerek büyümüşseniz artık geri dönüşü yoktur. Kaybetmişsinizdir hasarsızlık indiriminizi çoktan. Onlar öğretir ilk kuralları. "Sevgilinle buluşursan saçını keserim" der Rapunzel. Pamuk kadar beyaz olsan da kaçarı yoktur o elmadan bir ısırık almanın. Bir an gelir bulursun kendini kucağında yatan çocuğa aynı kuralları anlatırken. Artık sana geçmiştir bu hak. 

Nerden kim bakarsa baksın suç kadındadır. Suçlu Hande'dir. 
Suçunu üstelik, severek işlemiştir. 








Suçlu Handedir ya, aslında bütün suçlar seviyor olmaktan işlenmiştir. Cezayı da, yine kendisine adına vicdan denilen;  masallardan kalma duyarlılıklar verir. Elmanın zehirli olacağını sezilmiştir aslında, ama o ısırık alınıverir her defasında. her defasında inanarak. Ya da uzun saçlı , yüksek yüksek evlere hapsedilmiş kızlar , hep uzatıverirler saçlarını duyarlılığına inanılan ellere...Kurtlarla ormanda yapılan yolculuk haz verir , sakat bir durum olmayacağına emindir herkes.  Kırmızı boşluklu kızdır şimdi , kurtlar tarafından yüreği yenilen. O yüksek şatoda rapunzel bir kaç başarısız intihar girişiminde bulunmuştur. Ah be pamukcuğum ,prenses; bıraksan o elmayı veren kaynanayı, sana daha ne prensler var!

Heybede zamanlar, yaşanmışlıklar birikince, masallar tek düze bir ritim halinde söylenen mutlu son durumuna gelince, bu nota zeyl yazılan kişinin de dediği gibi adına yaşlılık, olgunluk denen dönem başlar. Aslında , ilkokul yıllarından kalma üzerinde ilk çağ, orta çağ, yeni çağ bulunan "devir çizelgesi"; gerçekte "masallara inanılan", "masalları unutan" ve "masal anlatan" dönemlerden ibarettir kadınlar için. Doğruların bile kurtaramadığı kaba gerçekliktir bu ,her ömrün yaşadığı. Bu devir çizelgesinin ,renkleri de açıktan koyuya doğru kayar hep. Bebek mavileri, şeker pembeler, kırmızılar, yeşiller, kendini lacivertlere, kahverengilere, hakilere, siyahlara bırakır. Fazlalıkları kapatan, örten bu renkler, artık sadece fazlalıkları kapatmaz, pişmanlıkları, hasretleri, yapılmadık, sevinilmedik zamanları da kapatır. Göğüse bir ağrı saplanır sonra , rengi koyu. Sarkmadan önceki halleri, "ben gençken..." diye başlayan cümleler bu hüzün koyusu renkleri ışıklandırmaya yetmez. Zaman ise, kadınların derisinden daha koyu ve ağır geçer. Kara tren ağırlığında ve siyahlığında. 

Çekmecelerde de biriktirecek çok şeyleri olmuştur artık.Siyah beyaz, nefti beyaz, kahverengi beyaz fotoğraflarla dolu albümlerin , her suretinde zamanlar doludur. Küçük kutulara sığdırılmış küpeler, bilezikler ,kolyeler taşınmaktan öte , anıları taşınır olmuşlardır .Bazen bir oyuncak gelir ele bu çekmeceden , dokunulamayan. Bazense bir sızı, inceden dokunan....

Üzeri koyu renk kabukla örtülü yaradır şimdi kanayan. 

Ama "insanın ruhuna erişmek için , deliğinden değil yarasından girilir"

Ve kadınların yaraları daha masallara inanıp , tökezlemeye başladıklarında açılır. 

Aslında suç erkektedir belki...

Belki de Ç a ğ l a r d a ...







Çağlar H & Hande K.

Yıl 2009 filan.

Çağlar evlendi, düğününe gerizekalı sevgilim yüzünden gidememiştim.

Hayat, tuhaf mı.

Hı hı , evet. 

16 Ocak 2012 Pazartesi

şairin diyemedikleri




“Şair burada ne demek istemiş?”  sorusunu artık hiçbir şiire sormaz oldum.


Ama şimdilerde, çok canım yanarken, mutluluk üstüne ve  mutluluk altına uzun uzun düşünürken; otobüslerde cam kenarlarına, yürek kenarlarına, ömür kenarlarına başımı yaslamışken hep şunu soruyorum:

  “Tanrı burada ne demek istemiş?”

8 Ocak 2012 Pazar

Ah Rıfkı aah...

Ne olur böyle tatlı bakmasan Rıfkı, böyle hoş olmasan... İyi niyetin bokunu çıkarmasan. "Sen yorulma, ben gelirim" diye kıçımın dibinde bitivermesen... Benim bütün kaprislerime, eyvallah demesen. Bara girip , on tane ne idüğü belirsiz adamla selamlaştığımda, inceden bir iki laf sokmak yerine, mekanı terkediversen.. "Niye beni aramadın?" sorusuna, "Çok aradım seni Hande..." demesen. Hiç beklemediğim zamanlarda çiçek yollayıp dibimi düşürmesen... Ne olur yani Rıfkı! Blogumu bile fena şeyler görmemek adına okumuyormuşsun! Öleyim, yemin ederim öleyim. Ben ki sana burda paşalar gibi giydiriyorum, feminist feminist oramı buramı sallayıp bağıra bağıra geziyorum. 


Ah Rıfkıcım, sen beni güzel anlama ne olur. Aşık olduğumda pek fena oluyorum ben. Annem de hep sevdadandır diyor işte, sonra da anne bak blog yazdım diyorum. Ama o dönemler biteli epey oldu be Rıfkı. Yani aşk dönemsel bir şey nezdimde. 15'inde yaşar, 18'inde iliklerinde hisseder, 20'sinde üstünden dokunur, 25'inde ise sktir çekersin. Dahası yoktur, dahası olamaz ;dahası sosyal ve ekonomik birliktir, bilinçaltımızın dayattıkları ve dahi evlilik diye yutturduklarıdır. Okul bitti, işe de başladım, askerlik de bittiii, şindii birisini bulmak kaldı diye hayatın başka bir kurumundan mezuniyet  çabasıdır. 


Bazen her yerden mezun olmak istiyor, bazen hepsini bırakmak istiyor, bazen de şimdiki gibi sersem sepelek cümleler kuruyorum ben Rıfkı. Ve bazen bazı şeyler , "iki bira daha fazla içersin"le olmuyor. "Yazın evlensek messelaa" cümlelerinin şaka ile gerçek arasında bir yerde havada asılı durması ürkütücü. Çok işim var Rıfkı, seni sevmiyor değilim Rıfkı, ah be Rıfkı! 

3 Ocak 2012 Salı

Sen beni yanlış anladın Rıfkı-3


Yeşil parkan bana lise dönemlerimde dilimden düşürmediğim solcu marşları anımsatıyor Rıfkı. Sarma tütün içmek, çok nostalcik gibi görünse de Bursa Kalesinde yatmadığın aşikar. Starbucks da Mamak olarak kabul edilebilecek bir yer değil hiç.

Entel adamlarla ilgili söylemlerim çok keskin benim Rıfkı. Entelden koca olmaz. Sevgili hiç olmaz. Her türlü ipneliğe kılıf bulacaklarmış gibi gelir. Benim kuru laflara karnım tok Rıfkı! Bak bu kadar klişe cümleler kurabilirim ben, bu cümleler üzerinden de hayatımı kurarım.

Sosyalizm , komünizm filan güzel şeyler pek tabi Rıfkı. Yani hepimiz bir dönem inandık, bir dönem eşitlik istedik, güzel dileklerimizi dünyaya sunduk. Fakat sonra cırt olduğunu anladık fazlasıyla. “Devrim vaktiyle bir ihtimaldi” evet, ve tüm ihtimaller gibi çok güzeldi.  O ihtimaller içinde yaşatma beni Rıfkı. O kadar uzun cümleleri şimdilerde kaldıramıyorum. Zaten ben genel itibari ile uzun cümleleri kaldıramıyorum. En sevdiğim kitap , Küçük Prens, Şeker Portakalı bir de Martı. Yok, ruhum çocuk olduğundan değil; hayatın özetini minicik cümlelerle elime tutuşturduklarından. En unutulmayan cümlelerin kısa olanlar olduğundan...

Üzgünüm Rıfkı, senden bir yol olmayacak. Yani olabilirsin de, ben tahammül edemiyorum sana. Yeşil parka, sarma sigara, kitap nostaljisinin gideri 25’e kadardır, 35 bunun için çok geç. Güzel ve sana para kazandırtan cümlelerin senin olsun.  Fotoğraflarıma yazdığın öyküleri de nedense samimi bulamadım. Bulamadım işte, zorla değil ya.. Ne bileyim , sanki sahalara  oynuyorsun gibime geldi, çok fazla zorlama olmuşlar. Ben öyle görmek istedim aslında.

O yeşil parkayı çıkar Rıfkı. Siyah kaşe daha çok yakışacak. Kirsiz sakal da güzeldir. Marlboro iç demiyorum, ama kaliteli zehirlen. Benim ne marş ezberleyecek zamanım, ne de onları bağırmaya sesim yetecek şimdilerde. Starbucksta otururuz ama...


2 Ocak 2012 Pazartesi

sen beni yanlış anladın Rıfkı-2

Sabahları öğretmenler odasına ani girişlerim olur Rıfkı. “Radikal okuyan dolmuş şöförüne aşık oldum! , “Kredi çekiyorum alooo, yazın Balkan turu yapcam!” , “Abi sabaha kadar uyumadım,bi yazar var messelaaaa....” ,  yahut “La bebe, bu kadar öküze bağlamayın , her şey para değil!” şeklinde. Karganın bok yemeye niyetinin ve durakta benden başka bir Allahın kulunun olmadığı , it gibi çalıştığım pazar sabahlarında,  sıkıcıboğucutekdüze eğitim camiasını renklendirmeyi kendime görev addederim. Öğrencilerin “Hande hocayla, neşeli saatler” diye tahtaya yazdığı kadar vardır. Sevinirim onlardan güzel bir şeyler görünce. Sürekli kendinden vermek, bilgiyi vermek, enerjiyi vermek üzerine üzerine kurulu, bolca kapitalizm sinmiş eğitim camiasında inceden devrimci sesler duymuş gibi olurum. Bence  züğürt tesellisidir tamamı Rıfkı. Tıpkı senin hayatıma girip, beni teselli etmen gibi.

Beni kompleks bir yaratık haline sokmakta üstünüze yok Rıfkı. Genelliyorum, pişman değilim. Çünkü sen de başından beri  herkes gibisin! Hayır anlamıyorum kazzık kadar adamsın, yaşıtların çoluk çocuk ,araba, vitrin konsol köşe takımı sahibi iken ve sen, bunları yapacak güçte iken neden bu kadar zorlaştırıyorsun her şeyi be Rıfkı. Şimdi değil ama, bir zamanlar sana sahici aşık olmuştum. Öğrenci, parasız, güvensiz halimle sırf dört saat seni görmek için yaptığım 800 km hiç koymamıştı. Hiçbir kuvvetin benden daha önemli olmadığı şimdilerde ise çocukluk heyecanı imiş diyorum. Gerçi hala ayakları yere basan cümleleri hiç kuramıyorum, başta da dediğim gibi her şeye ani girişlerim oluyor. Bu girişlerden sonra, herhangi bir şeyin geliştiği de yok be Rıfkı. Hayatımız gelişememiş cümleler üzerinden, ve hayatlar üzerinden geçip göçüp gidiyor.

Hani geçenlerde, o sekiz yüz kilometreyi arşınlayıp, sırf kumru yemek için geldiğini iddia ettin ya; inan zerre etkilenmedim!  Benimle ilgili çıkarımlarını dinlemek ayrıca eziyet haline geldi Rıfkı. Bir de alıcı gözüyle baktım sana, yok arkadaş. Çirkinsin sen. Öyle böyle değil. Güzellik geçici filan değil. Bak anneme 45’inde hala taş gibi! Geçmiyormuş demek ki di mi Rıfkı’cım. Öyle ahkam kesmekle olmuyor. Hayatı başka şeyler üzerinden kurmakla. Güzel kadın da güzeldir, enayilik edip ömrünü çoluk çocuk koca kahrı yaşamaya adamazsa. Yok Rıfkı, benim için yaptığın babasızlık, elektra kompleksi tespitlerinde cıııırt. Psikolog arkadaşının fotoğraflarımdan bakıp, manik depresif olduğum yönündeki teşhisine ayrıca koyim. Kendisinin 35 inde ve mutsuz bir hayatı olduğunu ben ayrıca teşhis ettiğim gördüğün üzre, sen demeden. Üstelik onunkinden bin kat daha fazla gerçeklik payı vardı.

Benimle küs Rıfkı. Arkadaş markadaş olamayız. Bu yazıntıyı görüp  her cümlesini de okuma defalarca. O kadar karmaşık değil bu da, benim gibi.  Hayata dair girişlerim ani ve patavatsız olduğu kadar, sonuçlarım da böyle. “Çok sıkıldım, hayattan istifa edeceğim!” , “Ölümcül hasta olsam kıymetim bilinecek”, “Uyumam lazım benim!”, "Kendine iyi bak, beni düşünme , su akar yatağını bulur..." gibi gibi....

1 Ocak 2012 Pazar

sen beni yanlış anladın Rıfkı!

Burayı sinsi sinsi takip ettiğini biliyorum Rıfkı. Hayatını da bu sinsilikle yaşadığını düşünüyorum .Yapma ama, bu kadar kötü olma! Kötü olma demişken Rıfkı, her şey katı bir nedensellikle açıklanamaz şu karmaşık kodumunun dünyasında. Bunu mutlaka anla, anladığın zaman ise bir telefon yeterli olacak. Kahveler benden.
 Kahveler benden demişken, benden  olan bir sürü şeyler var bak  Rıfkı. Ortamın şamar oğlanı olmam, her şeyle geyik yapabilmem, senin sabah mutsuz uyanmaklarını bile neşeyle karşılayıp, şaralop şeyler anlatabilmem gibi. "Brad pitt uyandırsaa mesleaaa, ketıla kahve suyu koy derim haa" deyip aslında hiç de onu yapacak fıtratta bir hatun olmamam  Rıfkı,  açık konuşalım.O aşırı iffetli haller, hep toplumsal rol bil bunu!
 Tuhaf dönemime geldin Rıfkı. İyi geldin diyemeyeceğim, bıktım çünkü kendimi suçlu hissettirmenden. Halbuki seni sevmek için nedenler bulur gibi olmuştum ama olmadı, olamadı. Sen her sabah yatağını, her hafta kitaplarını, durmadan da kendini toparlayan insansın be Rıfkı  Ben o kadar savruğum ki toplamak için belediye vinç getirse yetersiz kalacak! Sahi senin hiç yıkanmadığın olur mu Rıfkı? Yıkanmadığın derken, yıkanmadığın yani, leş gibi olduğun, nasılsa evdeyim be deyip iplemediğin, günde iki kez duşa girmediğin...
 Beni çok tuhaf hallere soktun Rıfkı. Halbuki ben hep dediğim gibi, tam da senin bildiğin kızlardandım. Bir çiçek alsaydın gelirken mesela, ağlayacaktım. Çok pis güzel cümleler kuraydın mesela Rıfkı, Mona Roza filan diyeydin, benim için, methiyeler düzeydin. Vallahi gık demeyecektim.  Yapıbozumculuk anlatmayacaktım boş zamanlarımızda. Ya da varoşsal varoluşsal problemlerimi.  Atlı karınca şeklinde bir müzik kutusu dibimi düşürmeye yetirecekti Rıfkı, ya da löpçük bir peluş ayıcık.
 Üzgünüm Rıfkı. Hatta i m sorry. Böyle de ciğerlerimize işlemiş Hollywood . Hala bir şansın var demek istemiyorum ama Allah cezanı versin dememem için bahaneler yarat, beni kategorize et, güzel şeyler söyle, bir şey yap. Yap ulen!